Ölümsüz Topraklar, Ağaçlar'ın ışığında durulanır iken; Orta Acun, Utumno'dan yükselen duman ile karanlığa bulanıyordu. Yeraltında bir güç, görünmeyen karanlıkta çevreyi yoklayan pençeler gibi ilerliyordu. Orta Acun'u bir elmanın içini çürüten kurtlar gibi kemiriyordu. Kartallar ile yarışıp, otlar ile oynaşıp, saçları süpürüp esen yellerde kan kokuyordu. Gökyüzünün kurak denizinde yüzen bulutların kanatlarından ölüm damlıyordu. Melkor'un bilinmez derin karanlığının inceden akışları duyuluyordu.

Melkor, Orta Acun'un uçsuz bucaksız bir deniz gibi yırtıcı derinlerine Utumno'yu yaptırıyordu. Utumno, bir görkemli karanlık ile bezenip süslenmiş buzdan yeraltı sarayları, karışık yollar ve yeksel yapılar ile dolup taşmıştı. Görünmez oklar, içten yakmalı demirden araçlar, öldürmek için yapılmış pusatlar Utumno'da sıralanmıştı. Melkor; aç, devasa ve kana susamış yaratıkları, gövdesinde karanlığın raks ettiği hayâletleri, kan emicileri, uçan-sürünen ve yürüyen böcekleri Utumno'da bir araya topladı. Melkor, bitmez tükenmez bir heves ile, Utumno'nun saydam odalarında alev ve büyüyle yeni türler ortaya çıkardı. Değişik türlerin genlerini de çaprazlayıp kırma tinler yarattı. Bu tinlerin arasında en korkuncu; Dolunay'ın lânetli tinleri, Melkor'un avcılarıydı: Kurtadamlar.



Melkor, kurtadamları bir tek amaç için ortaya çıkarmıştı: Öldürmek. Kurtadamların ağızları, çeneleri ve dişleri avlarını boğazlayıp parçalamak için yaratılmıştı. Ağız ile çene kasları güçlüydü; bir iri boğayı sürükleyebilirler, ceylan ile geyik gibi andıkları ağızlarında taşıyarak tırmanabilirler ve kalın kemikleri rahatlık ile kırabilirler idi.
Dişleri keskin, sivri ve uzun idi; azı dişleri diğer dişlerinden daha sivri ve uzun idi; üst dişleri alt dişlerinden öne çıkık idi.
Bacakları bir kun bacağından daha uzun idi; yinlerinde bulunan en uzun kemiklerden oluşuyordu. Bacaklarında yer alan kemikler dayanıklı, iri ve kalın idi. Bacaklarını çeviklik ve tetiklik ile kullanıyorlardı.
Burunları bir börinin burnu gibiydi; hafif üçgen biçiminde, küçük ve uzun burunları var idi. Yüzlerce metre öteden avlarının; kanın ve ölümün kokusunu alabiliyorlardı.
Elleri ince ve uzun idi; ellerinde ince ve uzun kemikler bulunurdu. Ellerinde bulunan pençeler bir ayının pençelerinden daha keskin ve uzun idi. Pençeleri ölümcül idi; avlarının kafasını gövdesinden ayırabilirdi. Yırtıcı pençeleri kan ile ıslanmıştı; pençelerinden toprağa bir ağlayan buluttan dökülen gözyaşları gibi kan damlardı.
Göğüs bölgeleri düz, geniş ve öne çıkık idi. Yinlerinde bulunan en geniş bölge, göğüs bölgeleriydi. Göğüs kasları belirgin idi. Göğüs kemikleri, gövdelerinde yer alan en ince, en kırılgan ve nârin kemikler idi.
Gözleri öfkeden parlak denizlerde köpüren kasırgalar gibiydi. Gözlerinde, acımasız tinlerinin gölgesi var idi. Gözlerini kan bürümüştü. Gözbebekleri dışında gözleri renklerini kandan çalmıştı; kızıllıklar gözlerini sarıp sarmalıyordu. Kan gördüklerinde ya da kan kokusu aldıklarında, gözbebeklerinde uykuya dalmış karanlık büyüyor ve kan renkli gözlerin bir büyük bölümüne kara egemen oluyordu. Bir ölümlü bu gözleri gördüğünde, korkudan usunu yitirebilirdi. Kurtadamların gözleri yüzlerce metre öteden avlarını en ince ayrıntısıyla görebiliyordu ve yüzlerce metre öteden ispinoz ile serçeyi ayırabiliyorlardı.
Kolları dirseklerine değin inceydi; dirseklerinden yukarısı kalın ve kaslıydı. Kolları uzun idi; bacak kemiklerinden sonra en uzun kemikler, kol kemikleriydi. Kolları güçlüydü; besili, yetişkin bir avı kollarına alıp kaçabilirlerdi. Kollarını çabucak devindirebiliyorlardı.
Kulakları dik, ucu sivri ve üçgen biçimindeydi. En alçak bir ses duyduklarında, ilk tepki olarak kulaklarını dikerlerdi. Kulakları en sessiz yağılarının en hafif soluk alıp verişini duyabiliyordu.
Kürkleri bir börinin kürkü gibiydi; kalın ve solgun kürkleri var idi. Kürkleri kurtadamları gecenin ayaz soluğundan korurdu.



Kurtadamlar, iki buçuk metreden daha uzun, güçlü ve bir iri gövdeye iye andıklar idi. Bütün yinleri kıl ile kaplıydı. Hırıltıyla oynaşıp raks eden solukları var idi. Kurtadamların hırıltısını uyur iken soluk aldıklarında ciğerleri şişen bir durumda işitmek olasıydı. Ulumaları korkunç idi; ulumalarında Melkor'un bir gizli kin ile dolmuş öfkesi var idi. Kurtadamlar, pislik içinde sararmış dişlerinden elf ile kun kanı damlayan, kana olan susuzlukları bir türlü dinmek bilmeyen, ölmeye ve öldürmeye koşullanmış yaratıklar idi.



Kurtadamlar avlarını gördüklerinde, en alçak bir ses çıkarmadan, gizlilik ve sessizlik ırmaklarında yüzerek avlarına yaklaşırlardı. Kurtadamların karanlıklar ile bezenip süslenmiş gölgeleri avlarının karşısında korkunç biçimde yükselirdi; bu gölgelerin içinde iki tâne kin kusan göz belirirdi. Yüreği korkudan sol yanından fırlayıp çıkacakmışcasına atan av, can havliyle kaçardı. Ancak kurtadamlar çeviklik ve kolaylık ile davranıp, tetiklik ile bir uzun sıçrayıştan sonra avlarını yakalardı. Avlarını yakaladıklarında, avlarının boğazına ilk saldırırlardı. Çiğneyip parçalamak için yaratılmış dişlerini avlarının boğazlarına geçirirler ya da pençelerini avlarının boğazlarına indirirlerdi. Sonrasında, boğazından oluk oluk kan akan tâze avı kursağa indirirlerdi.



Melkor'un uşakları kurtadamları eziyet ve kıyınç ile eğitmişlerdi: Kurtadamları kasvetli, soğuk demir parmaklıklar içine koyup, uzun kargıları ile kurtadamların gövdelerine rastgele saplarlar, bir uzun süre aç-susuz bırakırlardı. Buzdağları denli soğuk parmaklıklar içinde bulunan andık, acınacak durumda olurdu: Bir deri bir kemik kalmışlardı; kemikleri gövdelerini delip, gövdelerinden fırlayacakmış gibi duruyordu ve yinlerinden tepeden tırnağa kan süzülüyordu. Ancak, bu kıyınçlar ile açlığa ve susuzluğa dayanmayı öğrenmişler, saldırganlaşıp yırtıcılaşmışlar ve soğuğa karşı daha dirençli olmuşlardı. Sonunda uysallaşan kurtadamlar ödüllendirilirdi: Diri ve tâze elf ve kun etlerinden yiyorlar, bir ölü gölün leş kokan sularından içiyorlardı. Tüm yaraları da iyileştiriliyordu. İstedikleri kadar içip yiyen kurtadamlar birbirleriyle ya da Utumno'nun köpekleriyle dövüştürülüyordu; böylece hem kurtadamların hem vargların becerileriyle yetenekleri artar ve savaşmaya hazır olurlardı.



Kurtadamların atası; solgun ve yaşlı ancak güçlü gökçe böri; Draugluin idi. Börilerin en büyüğü ve en güçlüsü Kızıl Ağız Carcaroth idi.

Kurtadamların yaşadıkları yerler; ölümün dört yana dörtnala koştuğu Angband, Tol in Gaurhoth ve Utumno'ydu. Kurtadamlar yüzyıllar boyunca Sindar Elfleri'nin başbelâları oldu. Sindarin'in ormanlarında başıboş gezip, kan ve ölüm kustular. Ormanları kötülüğün karanlık ile dolup taşmış gölgeleriyle bezediler, kan ile boyadılar.

Kurtadamlar, Orta Acun'un gelmiş geçmiş en büyük savaşından; Öfke Savaşı'ndan sonra bir daha görünmediler. Ancak oldukça çevik ve hız ile davranıp devinen andıklar oldukları için, birkaçı Öfke Savaşı'nın kin kusuklarından kaçıp kurtulmayı başarmış olabilir. Ve Orta Acun'un binlerce yıldır günyüzü görmemiş karanlık inlerinde yaşamlarını sürdürmüş olabilirler.
Kurtadamların soyu Güneş'in Üçüncü Çağı'nda da tükenmemiş olabilir; çünkü Gandalf bu konuya Frodo ile Ayrıkvâdi'de konuşur iken değinmiştir:

"Ama bu atlar Mordor'daki Karanlıklar Efendisi'ne hizmet için üretilip yetiştiriliyorlar. Hizmetkârlarıyla kölelerinin hepsi hayâlet değil ki! Orklarla troller var, börülerle kurtadamlar var ve eskiden beridir olduğu gibi bu gün de, güneş altında kanlı canlı yaşayıp yine de onun emri altında olan, savaşçısıyla kralıyla bir sürü insan var. Her geçen gün de sayıları artmakta."
Yüzüklerin Efendisi - Yüzük Kardeşliği, Sayfa: 271



Gandalf'ın bu sözleri, kurtadamların Güneş'in Üçüncü Çağı'nda da yaşadıklarını ve Sauron'un egemenliği altında olduklarını kanıtlıyor.

*Tin - Ruh
*Yin - Beden, vücut
*Andık - Hayvan
*Kun - İnsan
*Pusat - Silâh