Eriador'daki höyük-mezarlarda yaşayan kötü ruhlar. Aslında Höyükler eskiden Dunedain ve onların atalarının yaşadığı bir bölgeydi ama 1636 yılında Büyük Veba Salgınında bu toprakları terk ettiler. Daha sonra Angmar'ın Cadı-Kral'ı Höyük bölgesini işgal etmek için Angmar ve Rhudaur'dan buraya kötücül ruhları yolladı. Höyük Yaylaları Hobbit'ler tarafından kötü adledilecek bir bölge olacaktı.


Höyüklü-Kişi

23 Eylül 3018'de Cadı-Kral Höyük'lere gelmiş ve bu bu bölgeden geçecek davetsiz misafirlere karşı Höyüklü Kişileri uyandırmıştı. Frodo Baggins ve yoldaşları 28 Eylül'de Tom Bombadil'in evinden ayrıldıktan sonra Höyük Yaylaları'na varmışlardı. Tom onlara Höyük'lerin batısından geçmelerini tavsiye etmişti. Ama Frodo ve yoldaşları Höyük'lerin karşısındaki Büyük Doğu Yolu'ndan geçerken yorgun düşmüş ve bir tepenin yannda dinlenmeye geçmişlerdi.


Frodo ve Yoldaşları


...O aralıktan bir geçtiler mi enikonu düz bir hat üzerinden ilerlemeleri yeterliydi, böylece sonunda Yol'a varabileceklerdi. Düşünceleri daha ilerisine gitmiyordu; en fazla, belki de Yaylalar'ın gerisinde sis olmayacağına dair belli belirsiz bir umut vardı içlerinde.

Çok yavaş ilerlemekteydiler. Birbirlerinden ayrılıp ayrı ayrı yönlere dağıtmasınlar diye, en önde Frodo olmak üzere tek sıra halinde gidiyorlardı. Frodo'nun arkasında Sam vardı, ondan sonra Pippin, sonra da Merry. Vadi sonsuzmuşçasına uzanıyordu. Derken birdenbire Frodo ümit verici bir işaret gördü. İleride sisin içinde, her iki yandan bir karaltı yükselmeye başlamıştı; nihayet dağlar arasındaki açıklığa, Höyük Yaylaları'nın kuzey kapısına yaklaşmış olduklarını düşündü. Eğer buradan geçebilirlerse kurtulacaklardı.

"Haydi! Beni takip edin!" diye bağırdı omzunun üstünden geriye doğru ve aceleyle ilerledi. Fakat kısa bir süre sonra umudu yerini şaşkınlığa ve dehşete bıraktı. Karanlık lekeler daha da karardı, ama küçüldü; birdenbire önünde uğursuzca dikilen, tepesi olmayan bir kapının sütunları gibi birbirlerine doğru eğilmiş dev boyutlu iki dikili taş gördü. Sabah tepeden baktığında vadide buna benzer bir şey gördüğünü hatırlamıyordu. Daha ne olduğunu anlayamadan aralarından geçmişti bile: Ve tam geçerken her yanını karanlıklar sardı adeta. Midillisi burnundan soluyarak geriledi ve Frodo yere düştü. Arkasına dönüp baktığında tek başına olduğunu gördü: Diğerleri onu izlememişlerdi.

"Sam!" diye bağırdı. "Pippin! Merry! Geri kalmasanıza!" Cevap yoktu. Korkuya kapıldı, deliler gibi bağırarak taşların arasından geriye koştu: "Sam! Sam! Merry! Pippin!" Midilli fırlayıp sisin içinde kayboldu. Sanki uzaklardan bir yerden, bir ses duyduğunu zannetti: "Hu! Frodo! Hu!" Gözlerini kısmış, kasvetli karanlıkta bir şeyler seçmeye çalışarak o büyük taşların dibinde dikiliyordu ve ses solundan, doğudan gelmişti. Sesin geldiği yöne doğru atıldı ve kendini dik bir yokuşta buldu.

Zorlukla ilerlerken tekrar tekrar ve gitgide daha telaşla seslenmeye devam etti; fakat bir süre hiç cevap alamadı, sonra çok zayıf, çok uzaktan, tepesinden bir yerden duyar gibi oldu. "Frodo! Hu!" diye geldi ince sesler sisin içinden: Daha sonra imdat, imdat! Gibi tınlayan bir bağırtı birkaç kez tekrarlandı, son bir imdat! Yükseldi tiz bir feryada dönüşüp uzun uzun yankılandı ve aniden kesildi. Apar topar ileri, seslere doğru bütün hızıyla ilerledi Frodo; fakat artık ışık gitmişti, her yanı saran gece dört bir yanından kapanmıştı, öyle ki yön tayin etmek imkânsızdı. Sanki durmadan yukarı, yukarı doğru tırmanıyor gibiydi.

Nihayet bir tepeye vardığını, sadece ayağının altındaki zeminin düzleşmesinden çıkarabildi. Yorgundu; hem terliyor, hem titriyordu. Etraf tamamen karanlıktı.

"Neredesiniz?" diye bağırdı perişan bir halde.

Hiç cevap yoktu. Durup etrafı dinledi. Birdenbire havanın soğumakta olduğunu ve burada, yüksekte, buz gibi bir rüzgârın esmeye başladığını fark etti. Hava değişiyordu. Artık sis ip ip, parça parça, çevresinden akıp geçmekteydi. Ağzından buhar çıkıyordu ve karanlık daha az yakın, daha az koyu görünüyordu. Yukarıya baktı ve tepesinden aceleyle geçen şerit halindeki bulutlar ve sis arasından solgun yıldızların belirmekte olduğunu gördü hayretle. Rüzgâr otların üzerinde hışırdamaya başlamıştı.

Birdenbire boğuk bir çığlık duyar gibi oldu ve o tarafa yöneldi; daha o ilerlerken sis de durulup çekildi, yıldızlı gök gözler önüne serildi. Şöyle bir bakınca, yüzünün güneye dönük olduğunu ve herhalde kuzey yanından tırmanmış olacağı yuvarlak bir tepede bulunduğunu fark etti. İçine işleyen rüzgâr doğudan esiyordu. Sağ yanında, batı yıldızlarına karşı koyu kara bir şekil yükselmekteydi. Orada büyük bir höyük vardı.

"Neredesiniz?" diye bağırdı tekrar, hem kızgın,'hem korkuyla.

"Burada!" dedi, sanki toprağın içinden gelen derin ve soğuk bir ses.

"Seni bekliyorum!"

"Hayır!" dedi Frodo; fakat kaçmadı. Dizleri boşaldı ve yere düştü. Hiçbir şey olmadı, etrafta hiç ses yoktu. Titreyerek başını kaldırdığında, uzun boylu karanlık bir şeklin yıldızların önünde bir gölge gibi yükseldiğini gördü. Gölge, üzerine eğilmişti. Adeta çok uzaklardan gelen bir ışıkla parlayan, ama çok soğuk bir çift göz görür gibi oldu. Sonra demirden daha güçlü ve daha soğuk bir el onu kavradı. Bu buz gibi temas kemiklerine kadar işledi ve bilincini kaybetti.

Tekrar kendine geldiğinde bir süre korku hissinden başka bir şey hatırlayamadı. Sonra ansızın hapsedildiğini, umutsuzca yakalanmış olduğunu anladı; bir höyüğün içindeydi. Onu bir Höyüklü Kişi ele geçirmişti ve belki daha şimdiden, hakkında fısıltılı söylentilerin anlatıldığı Höyüklü Kişiler'in o korkunç büyüleri altına girmişti bile. Kıpırdanmaya cesaret edemedi, kendini nasıl bulduysa öylece kaldı: Elleri göğsünde, soğuk bir taş üzerine sırtüstü yatmış vaziyette.

Fakat duyduğu korku onu çevreleyen karanlıkla yekvücutmuş gibi görünecek kadar büyük olduğu halde, yattığı yerden Bilbo Baggins'i ve onun öykülerini, birlikte yollar ve maceralar hakkında konuşarak Shire'ın patikalarında yürüyüşlerini düşünür buldu kendini. En şişman ve en ürkek hobbitin yüreğinde bile (genellikle iyice derinlerde de olsa), çaresiz bir tehlike karşısında büyümeyi bekleyen son bir cesaret tohumcuğu gizlidir. Frodo ne çok şişmandı, ne de çok ürkek; aslında, o bunu bilmese de, Bilbo (ve Gandalf) onun Shire'daki en sıkı hobbit olduğunu düşünürlerdi. Macerasının sonuna geldiği kanısındaydı, korkunç bir sona, fakat bu düşünce onu katılaştırdı. Son bir sıçrayış yapacakmışçasına gerilmeye başladığını fark etti; artık kendisini çaresiz bir av gibi zayıf hissetmiyordu.

Öylece düşünerek ve kendisine hâkim olmaya çalışarak yatarken, bir anda karanlığın yavaş yavaş zayıflamakta olduğunu fark etti: Etrafında soluk yeşil bir ışık büyümekteydi, ilk başta, ışık nasıl bir yerde bulunduğunu göstermeye yetmiyordu çünkü adeta ondan ve yerden, yanından çıkıyordu; henüz tavana veya duvarlara ulaşmamıştı. Döndü ve o soğuk parıltıda Sam, Pippin ve Merry'nin yanında yatmakta olduklarını gördü. Sırtüstüydüler, yüzleri ölü gibi renksizdi ve beyazlar içindeydiler. Etraflarında bir sürü mücevher vardı, belki de altından yapılmış bir sürü şey, ama bu ışıkta hepsi soğuk ve sevimsiz duruyordu. Başlarında minik taçlar vardı, bellerinde de altın zincirler; parmakları yüzük doluydu. Yanlarında kılıçlar, ayakuçlarında kalkanlar seriliydi. Fakat üçünün boynunun üzerinde, bir boydan bir boya, uzun çıplak bir kılıç yatırılmıştı.

Aniden bir şarkı bağladı Bir yükselip bir alçalan soğuk bir mırıltı. Bazen havada yükseklerde ve tiz, bazen sanki topraktan yükselen alçak bir homurtu gibi bir sesti, kulağa çok uzaktan ve ölçülemeyecek kadar kasvetli geliyordu. Hüzünlü takat korkunç seslerin biçimsiz ırmağı içinden, arada sırada bir dizi söz belirmekteydi; Merhametsiz, sert, soğuk sözler kalpsiz ve bedbaht. Gece mahrum kaldığı sabaha hücum ediyor, soğuk açlığını çektiği sıcaklığı lanetliyordu. Frodo iliklerine kadar donmuştu. Bir sure sonra şarkı netleşti ve Frodo için dolduran korkuyla şarkının buyu mısralarına dönüştüğünü fark etti;

Soğuk olacak el de, kalp de, kemik de,
Soğuk olacak bu uyku taştan kabrin içinde.
Bir daha hiç uyanmayacak, mekânı bu taştan yatak.
Güneş bitip Ay ölene dek hiç uyanmayacak.
Kara yeller içinde ölecek bir bir yıldızlar,
Yine de bırak yatsın burada altın üzerinde onlar.
Ta ki karanlıklar efendisi olu deniz ve çorak topraklar,
Üstünde elini kaldırana kadar.


Başının arkacından bir gıcırtı ve sürtme sesi duydu. Bir kolu üzerinde doğrulup bakınca artık o soluk ışıkta, bir çeşit koridorda olduklarını gördü hemen genlerinde koridor bir dönemecin ardında gözden kaybolmaktaydı. Dönemecin köşesinden uzun bir kol donmuş, parmakları üzerinde yürüyerek en yakınında yatmakla olan Sam’e ve onun üzerinde duran kılıcın kabzasına doğru ilerliyordu.

İlk başta Frodo efsun nedeniyle gerçekten de bir taşa dönüşmüş gibi kalakaldı. Sonra delice bir kaçma düşüncesi düştü içine. Belki Yüzük'ü takarsa Höyüklü Kişiye görünmez, dışarı çıkmak için bir yol bulabilirdi. Çimenlerin üzerinde özgürce koştuğunu hayal etti, Merry, Sam ve Pippin için üzülecek, fakat kendisi özgür ve hayatta olacaktı. Gandalf bile yapabileceği başka bir şey bulunmadığını kabul ederdi.

Fakat içinde uyanan cesaret artık çok güçlenmişti. Arkadaşlarım böyle kolau bırakamazdı. Tereddüt içinde cebini yokladı, sonra tekrar kendisiyle savaştı, bu süre içinde kol sürünerek daha da yaklaştı. Aniden içinde bir kararlılık doğdu, yanına uzatılmış kısa bir kılıcı kapıp diz çökerek arkadaşlarının bedenleri üzerinden iyice eğildi. Kalan bütün gücüyle emeklemekte olan kolun bileğine tekrar tekrar indirdi kılıcını ve el koptu, takat aynı anda kılıç da kabzasına kadar yarıldı. Tiz bir çığlık yükseldi ve ışık yok oldu. Karanlıkta bir hırıltı duyuldu.




Frodo Merry’nin üzerine düştü. Merry’nin yüzü soğuktu. Bir anda, sisin ilk çökmesiyle birlikte unutmuş olduğu tepe dibindeki evin ve şarkı söyleyen Tom un hatırası geldi aklına. Tom’un onlara öğrettiği tekerlemeyi hatırladı. Ümitsiz minik bir sesle söylemeye başladı Hey Tom Bombadil ve sanki bu isimle birlikte sesi daha bir kuvvetlendi. Tok, canlı bir tınısı vardı ve karanlık oda trampet ve boru çalınıyormuş gibi yankılanıyordu.

Hey! Tom Bombadıl, Tom Bombadıllo
Su orman, tepe, saz ve söğüt adına,
Ateş güneş, ay adına, dinle şimdi duy bizi!
Gel Tom Bombadil, ihtiyacımız var sana!


Aniden derin bir sessizlik çöktü, Frodo kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Geçmek bilmeyen uzun bir andan sonra, açık seçik ama uzaktan, sanki toprağın veya kalın duvarların gerisinden gelen bir sesin, şarkıyla ona cevap verdiğini duydu.

Şu bizim Tom Bombadil ne kadar tatlı dilli.
Ceketi parlak mavi, sandır çizmeleri
Ele geçmez asla, çünkü Tom her şeyin efendisi
Şarkıları daha güçlü, daha hızlı ayakları


Sanki kayalar yuvarlanıp düşüyormuş gibi bir gümbürtü koptu ve aniden ıçenye ışık, gerçek ışık, bildiğimiz gün ışığı doluverdi. Frodo'nun ayaklan yönündeki uçta kapıya benzer alçak bir açıklık belirdi, açıklığın kenarları, arkasından kıpkırmızı doğmakta olan güneşin ışığına karşı (şapkası, tüyü müyü, her şeysiyle), Tom'un başını çerçevelemekteydi. Işık yere ve Frodo'nun yanında uzanmış yatan üç Hobbitin yüzüne vurdu. Hareket etmediler, ama yüzlerindeki hastalıklı renk gitti. Artık, sanki sadece derin bir uykudaymışlar gibi görünüyorlardı.Tom eğildi, şapkasını çıkarttı ve şarkı söyleyerek karanlık odaya girdi.

Çek git seni ihtiyar Yaratık! Gün ışığında yok ol!
Soğuk sis gibi çekil, uluyan yeller gibi,
Dağların gerisindeki boz kırlara doğru kay bol git.
Bir daha b uraya gelme hiç' Hoyüğün boş kalsın!
Karanlıktan da kara, kapıların sonsuza dek kapalı olduğu yerde
Kaybolasın, unutulasın, dünya düzeltilinceye kadar,


Bu sözler üzerine Frodo bir çığlık duydu ve odanın arka ucunun bir bölümü büyük bir gümbürtüyle çöktü. Sonra bunu, mesafesi tahmin bile edilemeyecek bir yere doğru zayıflayarak uzayıp giden bir feryat izledi; sonra sessizlik oldu. "Gel dostum Frodo!" dedi Tom. "Gel, tertemiz çimenin üzerine çıkalım! Onları taşımama yardım etmen gerekecek."
--------------------------------------------------------------------------------------------

Yüzük Kardeşliği; Höyük Yaylalarında Sis