Şaşırdınız değil mi? Belki de dünyada ilk kez bu oyunun detaylı incelemesi sitemizde yayınlanıyor. Bu da bir TrGamer farkı işte. Sizlere elimizden geldiğince kaliteli incelemeler ve yazılar sunmaya çalışıyoruz. Umarım bundan hoşnutsunuzdur, eğer değilseniz, nereye mail atacağınızı biliyorsunuz. Sakın durmayın, eleştirilerinizle bize yön vermeniz gerekli ki, birlikte bu siteyi çok daha yukarılara taşıyabilelim.

Oyunun günler önce demosunu oynadığımda, resmen oyuna aşık oldum. Gerçekten de çok kaliteliydi. Hemen aklıma MGS 2 geldi tabi. Ona büyük bir rakip geldiği kesin, ama bence MGS'deki kurgu, konu anlatımlarına rakip olabilecek bir oyun daha bilmiyorum. Uzun bir süre de olmayacak gibi. Yine de Splinter Cell, bugüne kadar oynadığım, nadir kaliteli ve ince detaylar düşünülmüş bir oyun.

MGS ilk çıktığında, hemen buna benzer oyunlar da peşi sıra onu takip etmişti. Ama hiçbiri pek de başarılı olamadı ve MGS'nin gölgesinde kaldılar. Ama Tom Clancy imzalı ve 5 senelik bir çalışmanın ürünü olan bu oyun, ona büyük bir rakip olacağa benziyor. Hem de Tom Clancy'nin meşhur gerçeklik detayı ve aksiyon ve gerçekliğin muhteşem karışımıyla birlikte. Oyunda gizli ajan Sam Fisher rolündeyiz. Daha ilk bölümden, olayların oldukça ciddi olduğunu anlıyoruz. 2 tane gizli ajanı kurtarmak için göreve atılıyoruz. Biz Third Echelon Initiative ajanlarındanız ve neredeyse başlamak üzere olan 3. Dünya Savaşı'na engel olmak zorundayız.

Adamımız oldukça karizmatik. Resmen gizlilik adamı ve savaş makinesi. Yıllarca NSA'de (National Security Agency) görev yapmış bir ajan. Şimdi ufak takımıyla birlikte çalışıyor. Biz esas oğlan olarak, aksiyona atılan adamız ama işin arkasında da bize yardımcı olan adamlar var. Bunları hemen size tanıtayım, çünkü kıçımızı her seferinde kurtarmamıza yardım edenler bu adamlar. Bunlardan en önemlisi, Albay Lambert. Emirleri ondan alıyorsunuz. Devamlı telsizden size emirler veriyor, görevlerinizi belirtiyor. Yapmanız veya yapmamaız gereken şeylerden bahsediyor. Grimsdottir denen adam ise, çılgın mucitlerden birisi. Dehşet teknolojik aletleri bize tanıtıyor ve ne işe yaradıklarını söylüyor. Benim en sevdiğim adam Wilkes ise, her bölümün sonunda arabayla sizi almaya gelen şoförünüz. Nedense bu adamı çok sevdim ben, hiç bir zaman gecikmiyor. Afferim ona. Bu adamlar devamlı bize telsiz yoluyla yardımcı oluyorlar. Ama ne yazık ki, MGS'de olduğu gibi istediğimiz zaman onlarla bağlantı kuramıyoruz. Sadece gerekli yerlerde onlardan mesajlar alıyoruz. Bu da koskoca savaş alanında yanlız olduğumuz hissini güçlendiriyor. Sadece biz, tek başına, aklımızı kullanarak o mekandan canlı ayrılmak zorunda kalıyoruz.

Oyundaki asıl olay, saklanmaktan geçiyor. Yani asla birkaç adam birlikte öldürecek gücünüz olmuyor. İleriki bölümlerin birinde, birkaç kez denememe rağmen asla 4 adam dolusu odadan sağ çıkamadım. 2-3 atışta hemen ölüveriyorsunuz. Bu da oyunda gizlilik olayını ön plana çıkartıyor. Gizlenmek oyunda zor olan kısım, ama elinizdeki silahların asla birkaç adamı aynı anda öldürecek kapasitede olmadığından, eliniz mahkum gizlenmek zorunda kalıyorsunuz. Hatta bazı bölümlerde, kimseye bulaşmadan işleri halledip, hiç iz bırakmadan olay mahalini terk etmek en mantıklı şey olabiliyor. Saklanmanıza yardımcı olacak veya bunu mahvedecek şey ise, oyunun kalbini oluşturan ışıklandırmalar. Sağlam bir ekran kartı ile ışıklandırmalar ve gölgeler muhteşem gözükmekteler. Her zaman saklanmanız gerektiğinde, gölgelerden yürümeniz ve sessiz olmanız gerekiyor. Odalarda gölgelerde yürürken, aynı zamanda sizin gölgenizin de nereye düştüğüne dikkat etmeniz gerekli. Çünkü düşman sizin gölgenizi de gördüğünde harekete geçebiliyor. Karanlıkta ne kadar göründüğünüzü, ekrandaki bir gösterge gösteriyor. Soldayken görünme, sağdayken ise görünür oluyorsunuz. Bu kadar basit. Bazı odalarda düğmeler oluyor ışıkları kapatmak için, hatta ışıklara ateş ederek onları patlatabiliyorsunuz. Tabi odada birisi varsa, bu yine onun harekete geçmesine sebep oluyor. Ama en azından etrafını göremediğinden, sizin onu daha rahat temizlemenize olanak sağlıyor.